Don Kişot İstanbul'da özeti - Don Kişot İstanbul'da Tanıtımı
Kimdir Donkişot? Şövalyeliğini sürdürmek isteyen iyi niyetli bir ün budalası mı? Yoksa bir geleneği sürdürmek isteyen soylu üstün kişi mi? Ne var ki hemen her çağın bir Donkişot'u çıkıp ününü sürdürmeye çalışmakta, adını belleğimizin derinliklerine gömmekte.
Bizimde bir çok Donkişotlarımız olmadı mı? Bugüne kadar onların ne olduklarını çözemedik. Geldiler geçtiler şu İstanbul'dan. Yıktılar, yaptılar.
Rıfat Ilgaz hayal gücünü ustaca kullanarak Donkişot'u İstanbul'da dolaştırıyor. Bize gerçekleri Donkişot'un gözünden sunuyor. Acaba gerçek Donkişot kim? RIFAT ILGAZ’da, Çehov, O’Henry, Esendal gibilerinde gördüğümüz, hikayelerin yapısına oturmuş, ölçülü,
dengeli bir sağlam mizah anlayışı var. Bu mizah, aslında ‘halkının yaşamasında beliren’ değerlerden özünü alıyor. Rıfat Ilgaz, nice yıldır yazarlığın çilesini çekmiş, yıllarla birlikte işlediği canlı halk Türkçe’sini
evirip çevirerek, kendi gözlemlerini, görüşlerini ifade edebilecek güçlü bir seviyeye ulaştırmış. Onun kullandığı Türkçe’nin, gerçeği anlatışında, kıvrak, akıcı, dokunduğu temalara can getiren bir çizgiye ulaştığı görülüyor. Ahmet Rasim’in eski fıkralarına yerleşen, meddah ağzının o tadı, kıvrak sohbet dilinden gelen anlatımını andıran bu hikayeler, ‘yerli mizah’ anlayışının ölçülerine kavuşmuş, doğrudan ‘öğreti’ye gitmeden etkili olabilen, belli belirsiz bir toplumcu satire de ulaşabiliyor. Hababam Sınıfı kitabında uyarıcı güldürü yoluyla etkileyici sağlam bir mizah temeline oturan Rıfat Ilgaz'ın hikaye kitaplarıyla da aynı çizgiye ulaştığı açıkça görülmektedir.
Ölçü: 13,5 x 19,5 cm
Sayfa Sayısı: 144 sayfa
Basım tarihi: 2003 Ekim
Fiyatı: 9,50 YTL
Don Kişot İstanbul'da Kitap Özeti
Kayıp Gül Kitap Özeti - Serdar ÖZKAN
Kayıp Gül Kitabının Özeti
Kayıp Gül / Serdar ÖZKAN
Başkaları, övgü ve takdirlerinden oluşan binlerce zehirli oku-ki bu okların öldürücü olduğunu sonradan anladım- hiç durmaksızın üstüme yağdırıyorlardı. “sen çok özel bir kızsın, bu dünyada bir eşin daha yok!” diyorlardı bana. Onlar böyle şeyler söyledikçe, oklarının ucundaki tatlı zehir kanıma karışıyordu.
Her şeye rağmen, ara sıra sözlerinin doğruluğundan şüpheye düştüğüm oluyor,”gerçekten özel miyim acaba?” diye soruyordum kendime. Ama beni özel olduğuma inandıran başkaları olduğu için, bu soruyu onlar olmadan cevaplayamıyordum. Sanki aynam kırılmıştı da, kendimi görebilmek için başkalarına bakmak zorunda kalmıştım.
Sürekli onlarla bir arada olmak istiyordum ki, ne zaman “gerçekten özel miyim?” diye sorsam, onların hiç değişmeyen cevabını duyabileyim. “evet, çok özelsin. Bu dünyada bir eşin daha yok!”
Sürekli aynı soruyu sormaktan ve aynı cevabı duymaktan kesinlikle bıkmıyordum. Deniz suyu içen birinin susuzluğunun artması gibi, duyduğum övgüler de bende sadece daha fazlasını duyma ihtiyacı uyandırıyordu.
Daha kötüsü, başkalarının onay ve takdirlerini kaybetmemek için sürekli onların beklentilerine cevap vermek zorunda kalıyordum. Ben artık ben olmaktan çıkıp başkalarının istediği ben olma yolunda ilerliyordum. Bir başkası olma yolunda.
***
“Satamadığın üç beş resme çobanlık yapan biri olarak mı bilsin istiyorsun seni? Ona kim olduğunu göstersene be evlat. Sen göstermezsen, sende ne olduğunu ne bilecek?”
“Bilemiyorum. Harvard’da okuduğum için bana farklı bir gözle bakmasını ister miydim, emin değilim. Sonunda kendimden başka bir şey için sevilerek cezalandırılmak istemiyorum.”
“Ne? Ki kimi neden seviyor ve kimi cezalandırıyor?”
“Eğer benden harvard’da okuduğum için hoşlanacaksa, hiç hoşlanmasın daha iyi. Ben, eğitimim değilim çünkü. Zekâm değilim, ilişkilerim değilim, işim değilim…Bunların toplamı da değilim.”
“Kim olduğunu biliyor musun peki?”
“Ben sadece…Ben sadece benim.”
***
Ressam başını salladı. “Yo, bu çok riskli olur..Her zaman senden daha iyi vasıflara sahip başka biri çıkar. Ama senin gibi biri daha yok. Bilirsin, herkesin parmak izi farklıdır. Ben içimizde de bir parmak izi olduğuna inanıyorum. Moda eldiven giyerek örttüğümüz bir iz.”
**
Bu iki martının uçuşunu izlerken kendince bir çıkarımda bulunmuştu:
Bağlanabilmek için, önce bağımsız olmak gerekir.
Oysa insanların çoğu, yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister anlaşılmamak, isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerimizde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama, haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir ürlü bırakamadıkları “geçmişleri” olduğunu göremiyorlardı.
İşte farklı kayalarda, ayrı ayrı kendine yetebilmeyi gerçekleştirebilmiş bu iki martı, birbirleri için “geçmiş”teki yerlerini terk edebilmiş, sıfır seviyesine inerek benlik bağlarından arınmış, böylece “bir” olarak göğe doğru yükselebilmişlerdi.
**
“Şöyle ki, sürekli aynı sahilin resmini yapa yapa, sonunda en az değiştiğini sandığım şeyin, en çok değişen olduğunu gördüm: Deniz.”
“Yani insan gibi..Her sabah aynaya baktığımızda aynı kişiyi gördüğümüzü zannediyoruz. Arkadaşlarımız bizi yıllar sonra gördüklerinde dahi, aynı kişiyi gördüklerini sanıyorlar.”
“Doğru” dedi Diana. “Bir fark görseler bile, bu genelde kilomuz veya saç biçimimiz gibi şeyler oluyor.”
“Kesinlikle. Gördükleri kimsenin karşılarına yeni biri olarak çıkmış olma ihtimalini düşünmüyorlar bile. Oysa şahsen ben bir kimsenin birkaç günde bile değişebileceğine inanıyorum.”
**
Zaman ileriye doğru akıp gittiği sürece, büyülendiğimiz ‘gelecek’ el değmemiş ‘geçmiş’ten başka bir şey değildir.
**
“Yağmur bulutları da heyecan vericidir” dedi Zeynep Hanım. “Yağmur, ırmaklar, nehirler..Ama susuzluğumuzu gidermek için bir bardağa ihtiyaç duyarız sonuçta.”
İktisatta Yeni Yaklaşımlar Kitabının Özeti - Metin Sarfati
Felsefe Tarihi Cilt 1 - Kurucu Düşünceler Kitabının Özeti - A. Baudart
Neoliberalizm ve Mahremiyet Kitabının Özeti
Diasporalar Kitabının Özeti - Stephane Dufoix
Diasporalar - Stephane Dufoix
Keje: Bir Gecede Büyümek Kitabının Özeti
Azrail Aynası Kitabının Özeti - Cüneyt Ülsever
Gelincik Kitabının Özeti - Mehlika Mete
Neden Satın Alırız? Kitap Özeti
Neden Satın Alırız? - Paco Underhill;
Neden Satın Alırız? - Paco Underhill Neden Satın Alırız? Kitap Özet - Paco Underhill Kitapları - Neden Satın Alırız? Kitap Tanıtım - Neden Satın Alırız? Kitap Fiyatı
Neden Satın Alırız? - Paco Underhill - Optimist Yayın Dağıtım - kitap - ATN
Yayınevi: Optimist Yayın Dağıtım
Neden Satın Alırız? Kitap Özeti
Birileri, mağazanıza dair en küçük bilgi parçasını topluyor, harmanlıyor, sindiriyor, sınıflandırıyor olsaydı; mağazanın konumunu, vitrini, ürünlerin bulunduğu her askılığı, rafı ve tezgâhı, ambalajı, her afişi, broşürü, giriş ve çıkışları, pencere ve duvarları, asansör ve yürüyen merdivenleri, giyinme kabinlerini, kasiyerin ve tezgâhların önündeki, tuvaletlerdeki kuyrukları ve her koridorun her santimetresini inceleseydi...
Müşteriyi içeri neyin çekebildiği kadar satın almadan gitmelerine de neyin sebep olabildiğini bulsaydı...
Ve bu kişi dünyanın dört bir yanındaki mağazalarda her yıl elli bin saatlik video çekimi yaparak tonlarca araştırma toplasaydı...
İşte bu kitapta, perakendenin Sharlock Holmes'u olarak bilinen Paco Underhill ve ekibi, dünyanın gelişmekte olan pazarlarından taptaze gözlemlerle tüm bunları sizin için yapıyor.
Ürün tasarımcıları, imalatçılar, ambalaj tasarımcıları, mimarlar ve perakendeciler...
Yani insanların neyi, nerede ve nasıl satın alacaklarına dair tüm büyük kararları alanlar...
Değişen müşterileri nasıl elde tutacağınıza dair hiç bu kadar ikna edici öğütler duymadınız...
Kurma Kız Kitap Özeti
Kurma Kız
Orjinal isim: Wind-Up Girl
Paolo Bacigalupi
Versus Kitap
Fiyatı : 29,50 TL
Ocak 2012
ISBN: 9786055691509
Kurma Kız Kitap Özeti
2009 Hugo En İyi Roman Ödülü
2010 Nebula En İyi Roman Ödülü
2010 Locus En İyi Roman Ödülü
2010 Joan W Campbell Ödülü
2010 Compton Crook En İyi Roman Ödülü sahibi;
Time, Publisher Weekly ve Library Journal tarafından yılın en iyi 10 romanı listesine alınan görkemli bir roman...
23. Yüzyıl... Küresel Isınmayla yükselen okyanuslar dünya coğrafyasını değiştirmiş... Karbon temelli yakıtlar tükenmiş; enerji depolamada elle kurulan yaylar kullanılıyor... Biyoteknoloji dünyaya egemen ve kalori şirketleri adıyla tanınan devasa şirketler, "gen-kırma tohumlar" üzerinden gıda üretimini kontrol altında tutuyor. Ürünlerine pazar yaratmak için biyo-terörizmden, özel ordulardan ve ekonomik-tetikçilerden yararlanıyorlar... Genetik yapısıyla oynanmış ekinler ve mutasyon geçirmiş zararlılar yoluyla sürekli ölümcül salgınlar ve kitle ölümleri yaşanıyor... Amansız iktidar mücadelesinin ortasındaysa hizmet amacıyla üretilen ve "kurmalar" adıyla anılan, korkulan ve aşağılanan Yeni İnsanlar'ın temsilcisi, Japon efendisince kullanılıp kâğıt mendil misali atıldıktan sonra gece kulüplerinde eti zorla erkeklere satılan Emiko var...
Paolo Bacigalupi, ödüle doymayan romanı Kurma Kız'da işaretlerini bugün görüp çoklukla gündelik dertlerimiz yüzünden görmezden geldiğimiz, yaşaması zorlu, karamsar bir geleceğe karşı uyarıyor bizi.
(Tanıtım Bülteninden)
Kayıp Gül 2 Kitap Özeti - ( Serdar ÖZKAN )
Kayıp Gül 2 Kitap
Dünyada 50 ülkede 44 dile çevrilen "Kayıp Gül"den sonra Serdar Özkan’ın üçüncü kitabı "Kayıp Gül 2: Ölümsüz Kalp" Artemis Yayınları tarafından yayımlandı.
İlk kitabı "Kayıp Gül" ile yüz binlerce okura ulaşan Serdar Özkan’ın sabırsızlıkla beklenen yeni romanı "Kayıp Gül 2: Ölümsüz Kalp" okurla buluştu. Bu, "Kayıp Gül" adlı romanı 50 ülkede 44 dile çevrilen Serdar Özkan’ın üçüncü kitabı.
Kitapları yurt dışında, Random House, Bertelsmann, Bompiani, Hachette gibi dünyanın en prestijli ve seçkin yayınevleri tarafından yayınlanan Serdar Özkan’ın yeni romanı kalbin içine yapılan mucizevi bir yolculuğu konu ediyor.
Simyacı, Küçük Prens ve Martı ile birlikte anılan, dünyanın en çok dile çevrilmiş romanlarından biri olan "Kayıp Gü"den esinlenilmiş, yüreğinizi ısıtacak yeni bir roman bu.
Kayıp Gül, Türkiye’de 84 hafta çok satanlar listelerinde kalmış, 2010 yılının en çok okunan romanı olmuştu. Kanada’dan Japonya’ya, Brezilya’dan Çin’e dünyanın dört bir yanında okurların büyük beğenisini kazanan Kayıp Gül, dünya basınında, Corriere della Sera, DPA, Helsinki Sanomat gibi her biri kendi ülkelerinin önde gelen haber ve basın kuruluşlarından büyük övgüler aldı.
Dünyanın en önemli haber kuruluşlarından Alman Haber Ajansı DPA ve Finlandiya’nın en çok okunan gazetesi Helsinki Sanomat tarafından St. Exupéry’nin Küçük Prens’ine benzetildi, “Türklerin Küçük Prensi” olarak adlandırıldı.
Kayıp Gül 2: Ölümsüz Kalp
Serdar Özkan
Artemis Yayınları
Kayıp Gül 2 Kitabının Özeti
Kayıp Gül / Serdar ÖZKAN
Başkaları, övgü ve takdirlerinden oluşan binlerce zehirli oku-ki bu okların öldürücü olduğunu sonradan anladım- hiç durmaksızın üstüme yağdırıyorlardı. “sen çok özel bir kızsın, bu dünyada bir eşin daha yok!” diyorlardı bana. Onlar böyle şeyler söyledikçe, oklarının ucundaki tatlı zehir kanıma karışıyordu.
Her şeye rağmen, ara sıra sözlerinin doğruluğundan şüpheye düştüğüm oluyor,”gerçekten özel miyim acaba?” diye soruyordum kendime. Ama beni özel olduğuma inandıran başkaları olduğu için, bu soruyu onlar olmadan cevaplayamıyordum. Sanki aynam kırılmıştı da, kendimi görebilmek için başkalarına bakmak zorunda kalmıştım.
Sürekli onlarla bir arada olmak istiyordum ki, ne zaman “gerçekten özel miyim?” diye sorsam, onların hiç değişmeyen cevabını duyabileyim. “evet, çok özelsin. Bu dünyada bir eşin daha yok!”
Sürekli aynı soruyu sormaktan ve aynı cevabı duymaktan kesinlikle bıkmıyordum. Deniz suyu içen birinin susuzluğunun artması gibi, duyduğum övgüler de bende sadece daha fazlasını duyma ihtiyacı uyandırıyordu.
Daha kötüsü, başkalarının onay ve takdirlerini kaybetmemek için sürekli onların beklentilerine cevap vermek zorunda kalıyordum. Ben artık ben olmaktan çıkıp başkalarının istediği ben olma yolunda ilerliyordum. Bir başkası olma yolunda.
***
“Satamadığın üç beş resme çobanlık yapan biri olarak mı bilsin istiyorsun seni? Ona kim olduğunu göstersene be evlat. Sen göstermezsen, sende ne olduğunu ne bilecek?”
“Bilemiyorum. Harvard’da okuduğum için bana farklı bir gözle bakmasını ister miydim, emin değilim. Sonunda kendimden başka bir şey için sevilerek cezalandırılmak istemiyorum.”
“Ne? Ki kimi neden seviyor ve kimi cezalandırıyor?”
“Eğer benden harvard’da okuduğum için hoşlanacaksa, hiç hoşlanmasın daha iyi. Ben, eğitimim değilim çünkü. Zekâm değilim, ilişkilerim değilim, işim değilim…Bunların toplamı da değilim.”
“Kim olduğunu biliyor musun peki?”
“Ben sadece…Ben sadece benim.”
***
Ressam başını salladı. “Yo, bu çok riskli olur..Her zaman senden daha iyi vasıflara sahip başka biri çıkar. Ama senin gibi biri daha yok. Bilirsin, herkesin parmak izi farklıdır. Ben içimizde de bir parmak izi olduğuna inanıyorum. Moda eldiven giyerek örttüğümüz bir iz.”
**
Bu iki martının uçuşunu izlerken kendince bir çıkarımda bulunmuştu:
Bağlanabilmek için, önce bağımsız olmak gerekir.
Oysa insanların çoğu, yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister anlaşılmamak, isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerimizde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama, haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir ürlü bırakamadıkları “geçmişleri” olduğunu göremiyorlardı.
İşte farklı kayalarda, ayrı ayrı kendine yetebilmeyi gerçekleştirebilmiş bu iki martı, birbirleri için “geçmiş”teki yerlerini terk edebilmiş, sıfır seviyesine inerek benlik bağlarından arınmış, böylece “bir” olarak göğe doğru yükselebilmişlerdi.
**
“Şöyle ki, sürekli aynı sahilin resmini yapa yapa, sonunda en az değiştiğini sandığım şeyin, en çok değişen olduğunu gördüm: Deniz.”
“Yani insan gibi..Her sabah aynaya baktığımızda aynı kişiyi gördüğümüzü zannediyoruz. Arkadaşlarımız bizi yıllar sonra gördüklerinde dahi, aynı kişiyi gördüklerini sanıyorlar.”
“Doğru” dedi Diana. “Bir fark görseler bile, bu genelde kilomuz veya saç biçimimiz gibi şeyler oluyor.”
“Kesinlikle. Gördükleri kimsenin karşılarına yeni biri olarak çıkmış olma ihtimalini düşünmüyorlar bile. Oysa şahsen ben bir kimsenin birkaç günde bile değişebileceğine inanıyorum.”
**
Zaman ileriye doğru akıp gittiği sürece, büyülendiğimiz ‘gelecek’ el değmemiş ‘geçmiş’ten başka bir şey değildir.
**
“Yağmur bulutları da heyecan vericidir” dedi Zeynep Hanım. “Yağmur, ırmaklar, nehirler..Ama susuzluğumuzu gidermek için bir bardağa ihtiyaç duyarız sonuçta.”
Kara Duvak Kitap Özeti - Esra Erol
Kitap Özet
15 genç kadın, hatta aralarında bazıları çocuk yaşta kadın olan gencecik kızların hikayeleri var bu kitapta
Ailelerinin güzel fidanları, en büyüğü 18 yaşında evlenmiş gencecik kızların iç burkan kadın olma hikayeleri
Bu kitaptaki kadınlar ve onların yaşadıkları ve o küçük gelinlere yaşatılanlar, hayal değil, kurgu değil, maalesef gerçek
Kimi "aşk" uğruna ailesini ezip geçmiş ve kocaya kaçmış genç kızlar
Kimi ailesi tarafından "yaşı geldi, namusunu biz taşımayalım" diye evlendirilen kızlar
Kimi de tecavüz eden adama "namus" diye hediye edilen körpeler
Esra Erol ilk kitabı "Kara Duvak"ta o küçük kadınlarla konuşup hayatlarını anlatıyor bizlere Türkiye'nin her bölgesinden birbirinden farklı gerçek yaşam öyküleriyle giriyorlar hayatlarımıza o kadınlar
Esra Erol ile hayatlarının kuytularını paylaşıp gözyaşlarının ardından gün ışığına karışıyorlar görmeniz için genç bir kızın ruhunu
Ve Esra Erol diyor ki:
"Bu kitabı okumak için eline almışsan ve okuyorsan sana sesleniyorum Hayatının kilit noktası olan gün belki de bugün
Şu anda kitabı elinde tutup benim satırlarımı okuduğun gün Bu kitabı okuduktan sonra yaşamını değiştirebilirsin
Sen genç kardeşim; aile baskısı, toplum baskısı, mahalle baskısını bir kenara bırakıp kendin için doğru kararlar
Verme zamanı bugün Çünkü yarın bu acıları yaşadığında yanında belki de hiç kimse olmayabilir O yüzden evlilik
kararını vermeden önce iyi düşün!
Sen aile büyüğüm; senin kızın da olabilirdi bu acıları çeken Onu genç yaşta evlendirmek istediğine emin misin
Çaresiz, yarınsız ve ümitsiz kalmayın
Kaderine mahkum olan tüm küçük gelinler Yanınızda değilim ama ellerinizden tutuyorum"
Osmancık Kitap Özeti - Tarık Buğra
Osmancık
Yazar:Tarık Buğra
Ötüken Kitabevi - İstanbul - 2004
ROMANIN ÖZETİ:
Osman Gazi Hân, ölüm döşeğinde; Allah’tan mehil istiyor, Bursa’nın fetih müjdesini alabilmek için. O, tâ bahardan badem ağaçlarının çiçeğe durduğu günden seçmiştir ölümü: “Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şu gümüşlü kubbenin altına koy!” Osman gazi’nin, oğlu Orhan Beğ’ e vasiyetidir bu.
Bu, O’nun soy sop ülküsü yaptığı rüyasının gerçekleşmesi demektir. Ancak, o zaman gülümseyerek “hoş geldin, hoşnutluk getirdin” diyebilecektir ölüme.
Son göçe, tek başına çıkılan yolculuğa hazırlanan Osman Gazi Hân, şimdi, hayatı boyunca dinlediklerini, gördüklerini, deliliklerini, durulup arınışını, büyük yörüngeye oturuşunu; yerleri, halleri, kişileri ve büyük ülküsünün adım adım gerçekleşmesini hatırlamamaktadır. O, şimdi Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağıdır:
Osmancık’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluktan farksızdır. Gençliği de öyle… Ele avuca sığmaz; nerede çalgı, orada kalgı günleri. Gücünün, kuvvetinin sahibi değildir; aksine gücü kuvveti, onun sahibidir. Kılıçta ve yayda üstünleştikçe değil meydan okumaya, bir yan bakışa bile katlanamaz olur. Gururu için yaşamaktadır.
Babası Ertuğrul Beğ, bir müddet Osmancık’ı takip eder, öğütler verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Beğ’ e önem vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanacak yerde rahatlamış ve mutlu olmuştur. Azâd edilmiş sayar kendini ve keyfince yaşamaya başlar. Tâ ki Şeyh Ede Balı ile tanışıncaya kadar.
Domaniç temmuzlarından birinde, Sivrikaya’ da Osmancık, Ede Balı ile karşılaşır. Gökte ay ve yıldızlar… Osmancık, yıldızlara bakarak “dünya ne kadar büyük!” diyor. Osmancık’ı gizliden gizliye takip eden Ede Balı: Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir TEK İNSAN için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!
Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olmuştur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder.
Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine gittiği bir gün Malhun Hâtun’u görür ve ona âşık olur. Töresince istetir. Ede Balı kızını vermez: Halleri müsavi değil, diye…
Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış dönemi başlar.
Yine tekkeye misafir olduğu bir gün, rüyasında Ede Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hâtun, bu çınar ağacı ise Osmancık’ın kuracağı devlettir.
Osmancık artık değişmektedir. Kılıcını, yayını, topuzunu kendisi için değil, soyu sopu için, soyunun amacı için kullanmaktadır. Sonunda Ede Balı kızını Osmancık’a verir. Sade bir törenle evlenirler. Osmancık, artık yaşlanmış ola babası Ertuğrul Gazi’nin yerine beğ seçilir.
Osman Beğ, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Kendi buyruğunda ve hepsinin rızalarını alarak… Domaniç ve civarı dar gelmeye başlamıştır. Her gün yeni topraklar alınır, kaleler düşürülür yeni gelenler, tâ Orta Asya’dan ve daha yakın yerlerden gelenler, bu topraklara yerleştirilir. Savaş, akın, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi, doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanmıştır. Herkes nefsini ve bencilliğini yok etmiştir; başkalarını, soylarının geleceğini düşünmektedirler.
Pazar yerlerinin emniyeti sağlanmıştır. Yöredeki herkes ( Rumlar dahil; Osman Beğ’ e tâbi olan herkes ) hayatından, ırzından, malından emindir.
Bu günlerde Osman Beğ’ in anası Cankız, ardından da 90 yaşındaki Ertuğrul Gazi vefat ederler. Orhan dünyaya gelir.
Bütün bu olup bitenler sırasında Osman Beğ’ in önemli meselelerinden birisi amcası Dündar Beğ’ dir. Dündar Beğ, ağabeyi Ertuğrul Gazi’den sonra beğliğin kendisinin hakkı olduğunu düşünüyor, Osman Beğ’ i kıskanıyor ve bozgunculuk ediyordu. Osman Beğ, saygısını bir an bile ihmal etmeden, amcasını uyarıyordu. Hatta bir gün Dündar Beğ’ e:
Elin öperim amuca, dizin öperim amuca. De ki davarın güdeyim, odunun kırayım amuca. Amma ko ki beğliğime eller taş atsın ki beğliğimi korumam zor olmasın. Ben bunda akıl isterim, rey isterim, ışık isterim.Yanılırsam doğruyu isterim. Ben bunda takaza istemem, dokunç istemem, kakınç istemem demiştir. Dündar Beğ aldırmaz, bildiğince devam eder. Düşman üstüne ılgar eden savaşçıları geri çağırır. Osman Beğ, bir yay darbesiyle amcası Dündar Beğ’ i düşürür.
Osman Beğ’ in ikinci oğlu Alaeddin dünyaya gelir. Mihail Kosses Müslüman olur. Töreye bağlılık şuuru, zayıfa yardım fazileti, din uğrunda göz kırpmadan ölüme gitme heyecanı Mihail’ i Abdullah yapmıştır.
İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik kaleleri alınır.
Zaman, geçip gitmektedir; Osman Beğ’ e rağmen… Alaeddin bile at bitmektedir artık. Orhan Beğ, Yarhisar tekfürünün kızı Holofira ile evlenir. Holofira’nın rızası, arzusu, isteği ve aşkı ile… Osman Beğ, gelininin adını Nilüfer olarak değiştirir. Müslüman olan Nilüfer, Osman Beğ’ e torunlar, Orhan Beğ’ e oğullar verecektir; Murad’ ı verecektir…
Selçuklu Sultanı, bir fermanla Osman Beğ’ in hanlığını tebasına duyurur. Artık Cuma namazlarında hutbe Osman Han adına okunmaktadır.
Şeyh Ede Balı rahmet-i rahmân’a kavuşur.
Orhan yavaş yavaş pişmekte, olgunlaşmaktadır. Hem gazada hem yönetimde. Osman Gazi Hân’ın etrafı boşalıyor. Baba dostları, yola beraber çıktığı yoldaşları birer birer âhirete intikal ediyorlar. Malhun Hâtun da vefat ediyor.
Osman Gazi Hân, hasta yatağında, iki aydır yatmaktadır. Kulakları nal seslerinde, Bursa’nın fetih müjdesini bekliyor. Derken ,müjdelerin hası, nal sesleri… Sungur dışarı fırlıyor ve göz açıp kapayıncaya kadar da geri dönüyor. Nefes nefesedir: Gözün aydın Hânım! Bursa bizimdir!
Osmancık, Osman Beğ, Osman gazi Hân; babası Ertuğrul Gazi’ye, şeyhi ve kayınpederi Ede Balı’ ya, kendinden önce giden baba dostlarına, yoldaşlarına ve Zümrüdü Ankası Malhun Hâtun’a mülâki olmak için gözlerini yumuyor. Mesut ve huzurlu…
ÂLAMLERİMİZDEN SEFER EYLER OSMAN GAZİ HÂN; BİR GARİP YOLCU GİBİ…
TAHLİL
ROMAN KİŞİLERİ:
Osman Beğ: Osmanlı Devleti’nin kurucusu. Bileği ve yüreği kuvvetli, âdil, nefsini yenmiş; kendini, soyuna ve soyunun ülküsüne adamış; dindar, neyzen, cömert, ahlaklı, dünya malına kayıtsız, yoksul, ataya ve anaya son derce saygılı, eşi bulunmaz baba;vefalı, muhabbetli, karısına deliler gibi aşık bir koca… Osmancık, Osman Beğ, Osman Gazi Hân Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağı… Ve Hâdis-i Şerif’in sıfatlandırdığı gibi: Tam bir garip yolcu.
Şeyh Ede Balı: Osmancık’ın kayınpederi. Devletin mimarı. Allah aşkı ve Kur’an adaletini temsil eden büyük mürebbi.
Malhun Hâtun: Ede Balı’nın kızı, Osman Beğ’ in hanımı, Zümrüdü Ankası… Güzelliği, hanımlığı, anneliği ile bir timsal.
Orhan Beğ: Osman Gazi Hân’ın büyük oğlu. Babası ve dedesi Ede Balı’nın manevi mirasçısı. Bursa fatihi.
Nilüfer: Asıl adı Holofira. Osman Gazi’nin “Nilüferleri pek andırır” dediği bir Rum kızı. Orhan Beğ’ in hanımı. Aşkı ve İslamı seçmiş ve buna layık olmuş bir güzeller güzeli.
Ertuğrul Beğ: Osman Gazi Hân’ın babası. Osman’ı yetiştiren adam. Orta Asya’yı, Söğüd’ e şahsında ve şahsiyetinde taşıyan insan.
Ve diğerleri;
Cankız (Osman Gazi’nin annesi), Dündar Beğ (Osman Gazi’nin amcası), Mihail Koses (sonradan Müslüman ve Abdullah olan bir Rum),Osman Gazi ve Ertuğrul Beğ’ in silah ve gönül dostları; Sungur, Akça Koca, Gazi Rahman, Derviş Uruz, Şeyh Mahmud, Ak Temür…
ROMAN MEKANI:
Romanın büyük bölümü Osmancık’ın çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Söğüt’te ve Domaniç’te geçmektedir.Buraları aynı zamanda beğliğin ilk merkezidir. Beğliğin büyümesi ve buna bağlı olarak beğliğin merkezinin değişmesi ile romanda mekan sürekli değişmektedir.
ROMAN ZAMANI:
Romanda olay süresi Osman Beğ’ in yaşamı boyunca geçen süreyi kapsamaktadır. Romanda Osman Beğ’ in doğumu ve ölümü ilgili tam bir bilgi olmadığından geçen süre bilinmemektedir.
ROMANDA OLAY:
Roman, Osman Beğ’ in yaşadıklarını, gördüklerini anlatmaktadır. Dünyaya sımsıkı bağlı olan bir insanın dünyada garip bir yolcu haline gelmesini anlatmaktadır. Cîhan devletini kuran irâde, şuûr ve karakteri anlatmaktadır.
ROMANDA ÜSLÛP:
Yazar romanda çok sade bir dil kullanmış, anlaşılmayan kelimelerden kaçınmıştır. Romanda yöresel ağzı bozmaması kullanılan sade dili bozmamış aksine romana akıcılık kazandırmaktadır. Ayrıca Şeyh Ede Balı gibi büyük bir şeyhin o insanı alıp başka dünyalara götüren sözleri insanı kitaba iyice bağlamaktadır.
ROMANIN ANAFİKRİNİN TESPİTİ:
Yazar, tarih boyunca görülmemiş bir devleti yani Osmanlı gibi bir cihan devletini kuran irâdeyi, bu irâdenin yaşadıklarını ve bu irâdeyi yetiştiren insanları anlatmıştır.
YAZARLA İLGİLİ KISA BİLGİ:
Tarık Buğra (Akşehir 1918 – İstanbul 26 Şubat 1994). İlk ve orta tahsilini Akşehir’de tamamladı. Konya lisesini bitirdi. Çeşitli aralıklarla İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup sonra vazgeçti. Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi, Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikayesi ile Cumhuriyet gazetesinin hikaye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı dergisinde hikayeler yayınladı. Sonra roman yazmaya başladı. Sanat eseri için her türlü basmakalıbı reddeden, hür ve bağımsız bir sanat anlayışını benimsedi. Güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer aldı.
Üç Silahşörler Kitap Özeti
ALEXANDRE DUMAS ÜÇ SİLAHŞÖRLER
KONUSU: Tarihsel romanları ve oyunlarıyla haklı bir ün kazanan Dumas’ın yükselişinde en önemli rol hiç şüphesiz ‘Üç Silahşörler‘e ait. Kardinal Richelieu XIII. Louis dönemindeki dört gözüpek şövalyenin maceralarının hayranlık verici bir akıcılıkla anlatıldığı romans tarzındaki ‘Üç Silahşörler’, yazıldığı dönemden bugüne değerinden hiçbir şey yitirmedi. Krallık Muhafız Birliği silahşörlerinden Athos, Porthos ve Aramis’e genç ve ateşli, ro-(*)-mantik ve gözükara d’Artagnan’ın da katılmasıyla, Kardinalin adamları için zor günler başlıyor. Kahramanlarımız kral ve kraliçe (biraz da sevgilileri) uğruna kılıçlarını konuşturuyor ve hiç çe-(*)-kinmeden hayatlarını ortaya koyuyorlar. Çünkü onlar, şövalyeli-(*)-ğin üç büyük mücevherine sahipler: Cesaret, sadakat, onur! Saf kötülüğün temsilcisi Milady bile çevirdiği korkunç entrikalara rağmen onları soylu hedeflerinden alıkoyamıyor.
Üç Silahşörler Özeti
Yıl 1926, yer Fransa’da Meung kasabası. Öyle bir yer ki, kav-(*)-gasız, gürültüsüz bir gün görmek mümkün değildir. Herkes her-(*)-kesle kavga edebilir. Sadece Kardinal’in adamlarına karşı gelinemez. Onlarla kavga etmek, başına belayı satın almak de-(*)-mektir.
“Şen Değirmenci” hanı yakınında yine bir kavga olduğunu Öğrenen halk, hemen oraya akın etti. Kavgaya sebep olan, her halinden Gaskonya’Iıhk akan, yeni çocukluktan çıkmış bir gençti.
Genç adamın adı D’artanyan idi. Babası, altına yaşlı ve komik görünüşlü bir at, beline uzun bir kılıç, eline de bir tavsiye mektu-(*)-bu yazarak, bundan sonra kendi yolunu çizmesi gerektiğini be-(*)-lirtmiş ve oğlunu bu kasabaya yollamıştı.
Genç adam, atı ve kendisi ile alay edenlere karşı kavga edi-(*)-yordu. Ancak, karşısındakilerin çokluğu karşısında yenildi ve kafasına yediği darbeler sonucu bayılıverdi.
Hancı ve adamları, genç adamın cebinden babası tarafından şövalyelerin kumandanı Mr. Treville’e hitaben yazılmış tavsiye mektubunu bulunca, telaşa kapılıp, hemen aldılar.
Genç adam, iyileştiğinde hancının parasını vermek için elini cebine attığında, mektubun çalındığını fark etti. Bunun hesabını sormalıydı.
Paris’e yaklaştığında atını sattı ve yaya olarak şehirden içeri girdi. Kalabileceği bir oda tuttuktan sonra, Mr. Treviîte’yi bulmak için dışarı çıktı.’
Mr. Treville hemen hemen kralın en yakın dostu sayılırdı. Adamları, sadece kendisinden emir alırlar; hiç kimseden çekinmezlerdi. D’artanyan, Mr. Treville’nin konağının avlusundan içeri girdiğinde, en azından elli-altmış kadar şövalyenin bir arada bulunduğunu gördü. Bunların bîr kısmı aralarında konuşuyor; bir kısmı ise kılıç talimi yapıyordu. Aralarından geçerek, kendisine yol gösteren hizmetlinin yardımı ile Mr. Treville’nin odasına girdi.
Bu arada, Mr. Treville, Aratnis ve Portos isimli iki silahşoru, kardinalin adamlarıyla kapışıp esir düştükleri için eleştiriyordu. Athos’u da çağırın diye bağırıyordu.
Biraz sonra, Athos gayet kararlı adımlarla içeri girdi. Ancak, yaralı olduğu için, düşüp bayıldı. Mr. Treville hemen kralın dokto-(*)-runun çağrılmasını emretti.
Biraz sonra, D’artanyan ile ilgilendi. Delikanlı, başından ge-(*)-çenleri ve tavsiye mektubunu çaldırdığını anlatınca, Mr. Treville’nin o kişiyi tanıdığını anladı. Mr. Treville’nin kendisi için Akademi müdürüne yazmış olduğu tavsiye mektubunu alırken, birdenbire konağın avlusunda kendisinden mektubu çalan adamı görüp, “işte, o” dedi ve fırladı. Kapıdan çıkarken, birisine çarptı. Özür diledi ise de, karşısındaki kabul etmedi. Bu biraz evvel bayı-(*)-lan ve yaralarını yeni sardırmış olan Athos’tan başkası değildi. Onunla, düello için saat on bir de sözleştikten sonra, hızla koşma-(*)-ya devam etti. Ancak, bu defa da Protos’a çarptı. Bu arada adamı da gözden kaybetmişti. Protos’a da saat on üçe randevu vererek, koşmasına devam etti. Ama adam ortadan kaybolmuştu.
D’artanyan “amma şans, ha” dedi kendi kendine. Haklıydı. Aynı gün, en ünlü iki tane silahşörle tartışmış, mektubunu çalan adamı elinden kaçırmıştı. Tüm bunları düşünürken, daha önce tartıştığı silahşörleri gördü. Onlara doğru yaklaşırken, bu defa da çarpıştığı da Aramisle bir mendil meselesi yüzünden tartıştı ve onunla da saat on dörtte, düello için randevulaştı.
“Herhalde Ölümüm bir şövalye elinden olacak” diyordu.
Paris’te hiç tanıdığı olmadığı için, düello yerine yalnız başına gitti. Athos, kendisinden önce gelmişti. Biraz sonra, Athos’un şahit-(*)-leri olarak, Aramİs ve Protos’ da geldiler. Her üçünün de birbirin-(*)-den habersiz D’artanyan ile dövüşecekleri belli olmuştu. İlk ola-(*)-rak, Artos ile D’artanyan dövüşmek için kılıçlarını çekmişlerdi ki, birden, Kardinal’in adamlarının geldiklerini gördüler. Adamların hedefi, “Üç Silahşörler” idi.
Kardinal’in adamlarının geldiğini gören üç arkadaş, hemen onlara karşı savunma vaziyeti aldılar. D’artanyan da hayatını de-(*)-ğiştirecek karan vermekte gecikmedi ve onların yanında yerini aldı. Birlikte, kardinalin adamlarına karşı dövüştüler ve onları yendiler.
Artık, dost oldukları için düelloyu falan unutmuşlardı. Mr. Trevılîe’nin konağına geldiklerinde, şefleri herkesin önünde onlara kızdı. Yalnız kalınca da “Kardinalin adamlarına iyi bir ders verdikleri için” onları tebrik etti. Böylece, D’artanyan’da göstermiş olduğu cesaretten dolayı, şövalyeler arasına kabul edilmiş oldu. Artık, dört arkadaş hep birlikte dolaşıyorlardı.
D’artanyan’m ev sahibi karı koca Bönasyoler, her yönüyle sa-(*)-ray entrikalarının içinde bulunuyorlardı. Kocası Kardinalin, ha-(*)-nımı ise Kraliçe’nin hizmetindeydiler. Kardinal, Kral ve Kraliçe-(*)-nin aralarını bozmak için çalışıyordu. D’artanyan, bütün bunları karı kocanın konuşmaları sırasında öğrenmişti.
Yine bir gün, bu konuşmalardan kraliçenin zor durumda ol-(*)-duğunu öğrendi. Madam Bönasyö ile konuşarak, kraliçenin iyiliği için zor bir görevi üstlendi. Hemen gidip, durumu Mr. Trevİlle’e anlattı. Mr. Treville, diğer üç arkadaşı da yanına alarak birlikte gitmelerini söyledi. Böylece, kahramanlarımız Londra’ya gitmek için yola çıktılar. Yanlarında, D’artanyan’m uşağı Planşe’ de vardı.
Yol engellerle doluydu. İlk olarak, karşılarına çıkan bir silahşor, Portos’u düelloya, davet etti. Diğerleri, zamanları çok sınırlı olduğu için, arkadaşlarını beklemeden yola devam ettiler.
Yine, kurulan bir pusu neticesinde, Aramis ağır yaralandığı için, onu da bırakmak zorunda kaldılar. Çünkü kraliçenin şerefi her şeyden önemliydi. > ‘ .*; ? v
Konakladıkları bir handa, Athos’u “Sahte para sürmek” suçun-(*)-dan tutukladılar. Artık, D’artanyan ve uşağı yollarına yalnız de-(*)-vam etmek zorundaydılar. Neticede, D’artanyan ve uşağı, bütün engellere rağmen Londra’ya varıp, Birmingham Dükü’nu buldular. Ondan, kraliçenin kutudaki mücevherlerini alarak, Paris’e döndü-(*)-ler. Kraliçe, balo gecesi, mücevherlerini takarak salondaki yerini alınca, kardinal bir kere daha yenildiğini anladı. Balo sonunda kraliçe, Madam Bönasyö vasıtasıyla D’artanyan’ ı çağırttı ve ona bir yüzük hediye etti. ‘
D’artanyan, geride bıraktığı arkadaşlarını bulmak için, uşağı ile birlikte yeniden Paris’ten çıktı. Hepsi bıraktığı yerlerde idiler. Sadece Aramis’in yarası halen iyileşmemişti. Athos’un ise suçsuz-(*)-luğu anlaşılmıştı. Sonuçta, dört arkadaş yeniden Paris’e döndüler.
D’artanyan, Paris sokaklarında gezerken, bir gün, yüzü yaralı adamın yanında bulunan Miladi isimli kadını, bir konaktan çıkar-(*)-ken gördü. Hemen takibe başladı. Bayanın arabası bir yerde dur-(*)-du ve genç bir adamla tartışmaya başladı. D’artanyan bayana yar-(*)-dım teklif etti. Fakat tartıştığı kişi kardeşi olduğu için Miladi bu teklifi kabul etmedi ve arabasına atlayarak oradan uzaklaştı.
D’artanyan ile yabancı adam tartışmaya başladılar. Bu adam, aynı zamanda, kumarda Athos’u yenen kişinin ta kendisiydi. Ak-(*)-şam, saat altıda düello etmek için, sözleştiler.
Vakit geldiğinde, dört arkadaş, düello yerine gittiler. Rakip-(*)-leri dört tane “soylu” İngiliz’di. Kılıçlar çekildi. Sonuçta, D’artanyan ve arkadaşları, soyluları yendiler. D’artanyan rakibi olan Miladi’mn kardeşinin hayatını bağışlayınca, o da, D’artanyan’ı kucaklayıp, dostluğunu teklif etti. Sonra da, şövalyeyi alıp, kardeşinin evine götürdü.
Şövalye Winter, aslında Mıladi’nin kardeşi değil, kayınbiraderi idi. Miladi, ondan kurtulmak ve böylelikle tüm mirasa tek başına konmak istiyordu. Bu nedenle, şövalyenin kardeşini öldürmemiş olmasına seviniyor görünmekle birlikte, aslında, böyle bir dertten kendisini kurtarmadığı için, ondan nefret ediyordu. D’artanyan, tüm bunları, kendisini seven hizmetçinin, sakladığı dolaptan, ikisi arasında yapılan konuşmalar neticesinde öğrenmişti. Şimdi, daha fazla dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Bu arada, Miladi ona bir yüzük de hediye etmişti.
Athos, D’artanyan’ın parmağındaki yüzüğü görünce dikkat-(*)-lice baktı. Bu, kendi annesinin yüzüğü idi.
D’artanyan, dayanamayarak yine de Mıladi’nin evine gidi-(*)-yordu. Bir gün, onun omzundaki mahkumlara vurulan damgayı görünce, Miladi ona, öldüresiye saldırdı. D’artanyan evden dışarı kendisini zor attı. Olanları Athos’a anlattığında, bu kadını, Athos’un çok yakından tanıdığını anladı. Yüzüğü iki bin liraya bir yahudiye satarak, hem ihtiyaçları olan parayı temin ettiler, hem de Athos’un yüzüğü her görüşte üzülmesinin önüne geçtiler.
Kral Xlll.Luİs’in emriyle, La Rochelle Kalesi kuşatılacaktı. Bu kuşatmaya, şövalyeler de katılmışlardı. D’artanyan neşeli bir halde atının üzerinde giderken, Mıladi’nin İki tane kötü suratlı adama kendisini gösterdiğini fark edememişti. Nitekim bir müddet sonra bu iki kişinin silahlı saldırısına uğradı. Ancak, uyanıklığı ve çevik-(*)-liği sayesinde sadece şapkasını deldirerek, bu saldırıyı atlattı.
Ancak, bir gün sonra yine saldırıya uğradı. Bu defa, iki sal-(*)-dırganı da etkisiz hale getirmeyi başardı ve Miladi’nm bu adamları görevlendirmiş olduğunu öğrendi.
Bir gün silahşörlerimiz, gezinti halinde iken, Kardinale denk gelirler. Kardinal yine gizli bir iş peşinde olduğundan, şövalyele-(*)-rin kendisini görmesinden hoşlanmamıştır. Tedbir olarak onları da yanında götürmeyi düşünür ve şövalyelere bunu söyler. Şö-(*)-valyeler kabul ederler.
Geldikleri handa, istirahat halinde iken, Kardinal ile Milarf’nin konuşmalarına tanık olurlar. Kardinal, Miladi’den Birming-(*)-ham Dükü’nü öldürmesini istiyor; o da, buna karşılık, D’artanyan’ı öldürme iznini alıyordu.
Athos, Kardinal gittikten sonra, Mıladi’nin kaldığı odaya girdi vş onun eski karısı olduğunu gördü. “Şeytan” diyerek, silahını çekti ve Kardinal’in imzasını taşıyan yazıyı elinden aldı. Kardi-nal’in imzasını taşıyan kağıtta: “Bu kâğıdı taşıyanryaphğı işi benim emrimle ve devletin kurtuluşu için yapmıştır” diye yazıyordu. Ancak, Miladi yapacağını yaptı ve tutuklu bulunduğu cezae-(*)-vinden, kendisine aşık ettiği koruması yüzbaşı tarafından kaçırıl-(*)-dı. Yüzbaşı, aynı zamanda Birmingham Dük’ünü öldürmeyi de başardı. Miladi tarafından kullanıldığını anlayıncaya kadar İş işten geçmiş, tutuklanmıştı.
Miladi ise cinayetlerine devam ediyordu. Madam Bönasyö’yü Öldürdüğünde, D’artanyan ve arkadaşları yine geç kalmışlardı. Nihayet, Miladi’yi konakladığı bir handa ele geçirmeyi başardılar. Miladı, kurulan mahkemede yargılandı ve idama mahkum edildi…
Kahramanlarımızı ise bekleyen yeni maceralar vardı.
İnci Sözlük İnsanlığa Lanet Kitap özeti
Kitabın arka kapağı için Emrah Serbes panpamız :“İnci Sözlük, on binlerce yazarı ve yüz binlerce okuruyla kısa sürede bir sosyal medya fenomenine dönüştü. Ama sadece orada kalmadı. Yaptığı ziyaretlerle insanı aptallaştıran televizyon programlarının ve gazetelerin camını çerçevesini indirdi. Hem de taş sopa kullanmadan yaptı bunu. İnsanı sosyalleştireceği halde asosyalleştiren Facebook’un ve hayatımız hakkında yalanlar uydurmaya yarayan
Google’da en çok aranan sözcüğün p*rn* olduğu bir ülkede, “** var dediler geldik,” itirafını ve itirazını yapmak ve ilgili capsleri vermek de ona düştü. Bozbaykuşlarla taraftarı olmayanların taraftarı, Ahmet Abi’yle seçme ve seçilme hakkı kâğıt üstünde kalanların seçmeni oldu. İnsanların her anlamda mallaştırıldığı bir tarih diliminde ve toplumda, agresif bir üslupla, neşeli ve yaratıcı bir savunma kültürü geliştirdi. “Hadi amcaya p*p*ni göster, hadi amca ya küfür et,” diye büyütülen çocuklar, o amcalarla ta*ak geçmeyi sözlükte sürdürüyorlar. Özetle İnci Sözlük, 12 Eylül’den bu yana olan biten her şeye karşı olan, ama bunu nasıl dile getireceğini bilemeyen bir neslin isyanı ve umududur. Bizzat İnci Sözlük yazarları tarafından kaleme alınan ve bütün panpaların felsefesine ışık tutan bu kitap, sözlüğün yıldızlarına bir yıldız daha katıyor.
Özet: Bu kitabı okuyan liseli değildir.“ sözlerini yazdı hem de özet geçerek bizi daha da mutlu etti.
Radyo alemlerinin çok dinlenilen panpası Zeki Kayahan Coşkun:
“Özet geçiyorum: Ters bir çocuktum. Niye bilmiyorum, kapıyı kapat dediğinde bir büyüğüm, gider o kapıyı açardım. İnadına… Çocukluğumun sebepsiz, gençliğimin sebepli inatçı duruşunu gördüğüm İnci’nin artık bir kitabı var ve bu kitabının arka kapağında olmak büyük keyif… Kime kapak olur bilmem ama, kendi bakış açılarını, yaklaşımlarını, klişelerini dayatmaya çalışanlara inatla direnen panpalara selam olsun… Ohhhş…”
Bir Garip Orhan Veli Kitap Özeti
Gönül Çelmenin Tarihi Kitap Özeti
Gönül çelmenin, bir genç kıza (ya da bir erkeğe) yaklaşmanın bir tarihi var mıdır? Bu konuda olumsuz yanıt verme eğilimindeyizdir. Benzer teknikler ve aynı psikolojik tipler her çağda görülür. Ne kalpleri kazanmak için Don Juan, ne de adım atmaya cesaret etmeksizin sürekli kendini sorgulamak için Amiel beklenmiştir. Kadın avcısı, hercai, sadık, utangaç her zaman var olan tiplerdir… Baştan çıkarılmak istenen erkeğe ya da kadına nasıl yaklaşılır? İlk hareketler, ilk kelimeler nelerdir? Neden tam olarak o kız ya da neden tam olarak o gün? Dinlemeye, peşinden gitmeye, yeniden görüşmeye nasıl ikna edilir? Nasıl geçici bir heves kalıcı hâle, bir Don Juan kocaya dönüştürülür?
Bologne bu kitabında Ovidius’tan günümüze kadar gönül çelme, baştan çıkarma, tavlama temalarının tarihini gündelik hayattan edebiyat metinlerine kadar son derece zengin bir kaynakçaya dayanarak inceliyor.
Metal Fırtına 3 / Karşı Saldırı kitap Özeti
"Gelecek öngörülebilir mi? Metal Fırtına 3 Karşı Saldırı'yı okuyun ve buna siz karar verin."
Yazdığı Metal Fırtına kitabıyla olası bir Amerika -Türkiye savaşını öngörüp Beyaz Saray'ı bile ürküten ve dünyayı sallayan, Üçüncü Dünya Savaşı'yla Avrupa'daki göçmenlerin eylemlerini tahmin eden Burak Turna bu sefer de okuyucuyu dünyanın en sıcak çatışma bölgelerine götürerek, heyecanlı bir aksiyon kurgusunun içine sokuyor.
Kötülük baronu, bütün operasyonlarda kendisini engellediğini düşündüğü Gri Takım'dan kurtulmak için bir plan geliştirir. Afrika'nın Atlas Okyanusu'na açılan Gambiya isimli küçük ülkesinde pek az kişinin bildiği bir Türk eğitim birliği vardır. Kötülük baronu, bu birliğin subaylarını kaçırttırır ve Türk Özel kuvvetlerinin onları kurtarması için girişim başlatmasını sağlar. İlk amacı bu özel birliği pusuya düşürmektir.
Ancak esas amacı bu komployu Gri Takım'ın öğrenip engellemeye çalışmasını sağlamak ve Gri Takım'ı, savaş alanına geldiğinde yok etmektir.
Peki Gri Takım, bu büyük tuzaktan kurtulup karşı saldırıya geçebilecek mi? Kurt, bu ölümcül mücadeleden sağ kurtulabilecek mi? Mert ve Gökhan'ın ilişkileri nasıl bir şekil alacak?
Metal Fırtına 3'ü okumaya başladığınızda zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ve bir sonraki sayfayı heyecanla bekleyeceksiniz.
Yazar:Burak Turna
Yayınevi:Profil Yayıncılık
Sayfa Sayısı:167
Etiket Fiyatı:8,50 YTL
Basım Tarihi:Mart 2007
Stephenie Meyer - Alacakaranlık Kitap Özeti
Kitabın adı : Alacakaranlık
Yazarı : Stephenie Meyer
Yayınevi : Epsilon
Kitabın Özeti :
"3 şeyden kesinlikle emindim. 1.'si Edward kesinlikle bir vampirdi. 2.'si bu ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim bu vampir,
yani benim kanıma susamıştı. 3.'sü bu vampire kayıtsız ve geri dönülmez bir şekilde aşıktım." Isabella "Bella" Swan güneşli Phoenix, Arizona'dan, babası Charlie'nin yanına, yağmurlu Forks, Washington'a taşınır. Bella bunu seçmiştir çünkü annesi Renée beysbol
oyuncusu olan yeni kocası Phil Dwyer ile taşınacaktır. Bella yeni okulunda dikkatleri üzerine çeker ve çabucak birkaç arkadaş edinir
ayrıca okuldaki erkek öğrenciler de utangaç Bella'nın ilgisini çekmek için yarışır. Bella okulun ilk gününde, Biyoloji dersinde Edward Cullen'in yanına oturduğunda, Edward tarafından tamamen reddedilmiş gibi görünür. Aile dostu Jacob Black, Bella'ya yerel kabile efsanelerinden
bahseder. Bella Edward ve ailesinin vampir olduğunu öğrenir ancak bu aile insanların değil, hayvanların kanını içen vampirlerdir.
Edward ilk başlarda Bella'dan uzak durmaya çalışır çünkü onun kanının kokusu da kendisine çok çekici gelir. Zamanla Bella ve Edward
birbirlerine aşık olduklarını anlarlar. Birliktelikleri göçebe vampirlerin Forks'a gelmesi ve James'in(göçebe vampirlerin başı) Bella'yı
avı olarak görmeye karar vermesi ile kaosa girer. Cullenler James'in dikkatini dağıtmak için Bella ve Edward'ı ayırma planı yaparlar ve
Bella'yı saklanması için Phoenix'te bir otele gönderirler. Sonrasında Bella, James'ten annesini ele geçirdiğini ve onu kurtarabilmesi için
kendisini feda etmesi gerektiğini söyleyen bir telefon alır. Bella da söyleneni yapar ve her şeyin yalan olduğunu anlar ama herşey için geçtir.
James ona saldırır ancak Edward, Cullen ailesinin diğer üyeleri ile birlikte James öldüremeden önce Bella'yı kurtarır.
Bella'nın elinin ısırıldığı anlaşıldığında Edward onu vampire dönüştürecek zehir vücüduna yayılmadan önce emerek dışarı atmaya çalışır.
İlk anda zorlanır ama aşkı için durmayı başarır. Forks'a geri dönmeleri üzerine, mezuniyet gecesinde Bella, Edward'ın izin vermediği vampir
olma arzusunu dile getirir. Ama bu isteğini Edward reddeder. Ama bu dileği elbet bir gün gerçekleşecektir.
New Moon | Yeni Ay Kitap Özeti
İkinci kitap New Moon (Yeni Ay) ile beraber olayların kurgusu da daha bir derinlik kazandı. Kasaba hikayesi olmaktan çıkarak vampir mitlerine hatta İtalya’ya kadar uzandık. Twilight filminde Edward’ı canlandıran Robert Pattinson’ın da favori kitabım dediği New Moon’da karakterler arasında öne çıkan yeni bir isim var bu sefer: Jacob Black. Serinin fanlarını Jacob Team ve Edward Team olarak ikiye bölen bu kitabın sinema versiyonu için sözleşmenin kesinleştiği oyuncuların ağzından duyuruldu bile.
Mart ayında çekimlerine başlanması beklenen filmde yapımcı doğru bir karar vererek yönetmen değişikliğine gitmiş. Twilight filminde izleyenlerin eleştirilerine maruz kalan karakterleri iyi işleyemediği söylenen Catherine Hardwicke üzülmüş olsa gerek. Herkesi endişelendiren başka bir konuda Edward’ın ikinci kitapta çok az gözükmesi. Bu sebeple senaryoda bir takım değişiklikler söz konusu olacakmış.
Filme sadece Edward Cullen’i canlandıran Robert Pattinson’ı görmek üzere gidenlerin sayısı bir hayli fazla olduğundan olayların bir kısmı kitabın aksine Edward Cullen’in bakış açısından aktarılacakmış. Açıkçası kitabın hayranlarının bu duruma pek tepki göstereceğini düşünmüyoruz. Çünkü Anna Rice için Lestat neyse Twilight serisi için de Edward o demek. Sadece 35 milyon dolara çekilen buna rağmen 200 milyon dolar hasılat yapan Twilight tabi ki pek çok sahnede görsel açıdan yetersiz kaldı. Fakat gözüken o ki fenomene dönüşmesiyle beraber New Moon için kesinlikle masraftan kaçınılmayacak.